Bazı haberleri duyunca şok oluruz. “Hayır, olamaz” deriz. Ya
da “Doğru olmasın bu haber” deriz. “Ahmet
ölmüş” haberini duyunca da böyle bir tepki geldi içimden: “Hayır, doğru olmasın
bu haber!”
Herkesin sevdiği, herkesin elinin ulağı Ahmet’i kayıp mı
ettik şimdi? Yapma yahu.
Ahmet’in nasıl bir adam olduğunu, köyümüzde ne kadar
sevildiğini daha önceki bir yazımda anlatmaya çalışmıştım. Bana göre Ahmet
nasıl bir adamdı. Önceden yayınlanmış olan bu yazıyı onun ardından bir kere daha paylaşmak istiyorum. Kendisine Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır dileyelim. Hepimizin başı sağolsun.
“Ahmet, köyde elimizin ulağı…”
Bu sözü çok kişiden duymuşuzdur. Peki ulak nedir? Sözlükte
ulak karşılığında “haberci” yazılıdır. Ahmetler’de ise “kısa ip”
anlamındadır. “Elimin ulağı” deyince, en çok kullandığım, en çok işe yarayan
anlamları ortaya çıkar. Yani Ahmet de bizim köyde en çok işimize yarayan
elimizin ulağıdır.
Köyde şöylesine konuşmalara çok kulak misafiri olmuşuzdur:
“Ahmet’i bulamadım ya, nerde haberin var mı?”
“Köyün suyu bozulmuş. Muhtar, Ahmet, daha birkaç kişi suyu
onarmaya gittiler.”
“Ahmet bu gün nerde acaba?”
“Ahmet’i bugün muhtar birkaç kişiyle yol düzeltmeye götürdü.”
“Ahmet bu gün gene köyde yok ya, gördün mü heç?”
“Ahmet’ Köyöğön’e çeşme yapmaya götürdüler.”
Köy için yapılan bütün işlerin değişmez abonesi Ahmet’tir ve bu
işler genellikle parasızdır.
Bazı işler vardır. Acildir. Hemen yapılması gerekir. Yapılmazsa
evlerde hayat çekilmez olur.
Evdeki musluk kapanmıyor mu? “Hadi Ahmet bakalım.”
Bahçedeki musluk akmıyor mu? “Ahmet hadi bakalım.”
Buzdolabı çalışmıyor mu? “Ahmet medet senden!”
Buzdolabı çok mu buzlanıyor? “Ahmet bundan ancak sen anlarsın.”
Kapı kilitli mi kaldı. “Ahmet bunu ancak sen açabilirsin.”
Kapı kilitlenmiyor mu? “Ahmet bunu ancak sen düzeltebilirsin.”
Bu kadar basit işler genellikle parasızdır. Ampul değiştirmenin
nesinden para alacaksın? Musluk contası değiştirmeden de para alırsan ayıp
olur. Hem de çoook.
İşler biraz zorlaşınca Ahmet’ten yardım isteme şekli de değişir.
Ahmet bizim ahır sıvanacak. Onu yarın sıvayalım emmisi be…
Ahmet bizim balkon korkuluğunda biraz kaynak işi var. Yarın
yapalım goçum be…
Ahmet bizim bahçeye tel çekilecek. Yarın onu bir çekiverelim
dayısı be…
Ahmet seni gökte ararken yerde buldum. Bizim bahçeye havuz
yapacaktık, gecikti. Aman yarın yapalım aslanım be.
Yahu Ahmet, cıbanın duvarını ne zaman örecez? Köyün malı
melalı içinden çıkmıyor. Etme bu eziyeti bene be.
Aslan Ahmed’im. Kışın eli kulağında. Şu damı aktaracaksan
aktarıver. Yok, eğer yapamayacam dersen bir yerlerden usta bulup gelecem
Bu işlerin ücreti de genellikle tam gün dolmayanlar “Gönlünden
ne koparsa” tarifesindendir.
İşlerin yoğun olduğu zamanlarda doktordan randevu alır gibi
Ahmet’en gün almak gerekir.
Ahmet bizim çifti de araya sıkıştıralım canım, olmaz mı?
Bize Patoz sırası hangi gün gelecek bilelim de, ona göre
hazırlıklı olalım.
Ahmet, bizim samanı bir an evvel getirebilsek…
Bizim üzüm çekilecek ya sıra bize hangi gün gelecek?
Bize bir naylon gübre lâzım… Taşharman’da hazır. Ne zaman
boşsun?
Bizim obaya bir naylon yem gidecek… Gündüz zamanın yoksa gece
götürsek olur mu?
İşte böyle… Ahmet köyümüzün elinin ulağı mı, değil mi? Daha
sayalım mı? Ahmet’in yaptığı yapacağı işler saymakla bitmez. Doğruya doğru.
Ahmet köyün elinin ulağı.... Daha da öteye köyün birçok derdine deva olan eşi
az bulunur bir ilaç. Köylülerimiz ufak tefek
elekt rik işleri için, su tesisatı işleri
için, sıva, kaynak, duvar örme, marangozluk işleri, fayans kalebodur işleri
için Manavgat’a ya da başka yerlere yorulmuyorlar. Bilen için ne büyük nimet…
Peki, bu kadar çok iş yapabilen Ahmet bu işleri yapmasını nerede
öğrenmiş dersiniz? Sanat okulu mezunu filan mı? Haaayır. O zaman iyi bir usta
yanında uzun süre çalışmış olmalı? Yooo… Okulunda okumamış, usta yanında
çalışmamış, on parmağında on hüner… Nasıl olur bu iş?
Biz çocuklarımızın, gençlerimizin yetenekleri doğrultusunda
okumalarını, iyi bir eğitim görmelerini elbette isteriz. Ama herhangi bir
nedenden dolayı okuyamazlarsa dünyanın sonu değildir. Kendilerini
tanıyabilirlerse, yeteneklerini keşfedebilirlerse iş kolaylaşır. Yetenekleri
doğrultusunda cesaretle denemeler yapıp yeteneklerini geliştirebilirler.
Bakın Ahmet’ten örnek verelim. Ahmet, Tülüce Emmi’nin torunu.
Taş kırmasını çok iyi becerir. Ama sadece taş kırmakla yetinmediyse nedir
Ahmet’in Tülüce Emmiden farkı? Çalışma hırsı mı? Bu Tülüce Emmi’de de vardı.
Ya ne? Öğrenme isteği, deneme cesareti… Ahmet cesur adam. Kaynak mı
yapılacak? Bilmiyor… Ama hemen denemiş. İlkin bozuk olmuş. Ama sonradan
düzelmiş. Boru mu takılacak? Hemen denemiş. İlkin zor olmuş ama deneye deneye
öğrenmiş inceliklerini. Sıva mı yapılacak? “El yapar da ben yapamaz mıyım?”
demiş almış malayı eline.
Herhangi bir nedenle okuyamayan çocuklarımız Ahmet gibi yapsalar
ne kaybederler? Denemesi bir okka darıya mı? Atalarımız: “Dünya yedi kulplu
bir kazan; birinden tut sen de kazan “ demişler. Ahmet köyde olduğu için bu
işleri denemiş. Sen şehirdeysen şehirde olan işleri denersin.
Kimileri Ahmet’in işlerini beğenmiyormuş. Neymiş de sıva işinde
mastar kullanmıyormuş…(Mastar: Sıvanın düzgün ve pürüzsüz olmasını sağlayan
uzun araç) Neymiş de duvar örerken çirpi çekmiyormuş… (Çirpi: Duvar örülürken
duvarın doğru olması için çekilen ip) Kimileri bu eleştirilere karşılık şöyle
konuşabilir:
“Olabilir. Beğenmezsen karşı lokantaya. Daha iyisini yapan
usta bulursan ona yaptır işini… Şuna bak, Ahmetler’de dağın başında harçlı
duvar yapan adam bulmuş ta çirpi arıyor… Evini ahırını sıvatırken mastar
kullanılsın istiyor. Ahır sıvanırken ev sahibi “Mastara ne gerek var canım.”
Dediyse Ahmet’in suçu ne burada?”
Laf aramızda böyle düşünenlere ben de katılmıyorum. Ben de
Ahmet’in de diğer ustaların da duvar örerken çirpi, sıva sıvarken mastar
kullanırlarsa daha güzel olacağını düşünüyorum.
Bazı insanlarımız yakınları için “Elinden bir iş gelmez. Kör
iğneden beter” diye yakınırlar. Bazıları da kendileri için,”Kör iğneden
beterim. Elimden bir iş gelmez” diye hayıflanırlar. Böyleleri bazan
kendilerini kapıp koyverirler. Sonra da sahiden kör iğne olup giderler. Oysa
kör iğne olmak ta beş parmağında beş hüner olan birisi olmak ta insanın kendi
elindedir. Ya kendini kapıp koyverirsin, her şeyi oluruna bırakırsın... Ya da
kendini tanımak, yeteneklerini keşfetmek için cesur olursun… Denemeler
yaparsın… Yeteneklerini keşfettin mi ötesi kendiliğinden gelir. Sözgelimi
siteye yazı yazmak için cesur olun, bir deneme yapın… Yeteneğiniz var mı yok
mu bir yoklayın. Yazı yazmaya yeteneğiniz varsa bunu keşfetmiş olacaksınız.
Cesur olup denemek ve devamlı alıştırma yaparak yeteneklerimizi geliştirmek…
Bence Ahmet’in beş parmağında beş hüner olmasının sırrı budur.
Diyeceksiniz ki bu Ahmet bu kadar hünerli… Bu adamın hiç mi
eksiği kusuru yok? Olmaz mı hiç? Var tabii. Var da… Kusur deyince bir anı
geldi aklıma:
Ben çocukken babam kaşık, oklava gibi ağaç işleri yapardı.
Oklavaların yapımı bitince onları tüfek gözler gibi gözünün önüne tutar,
eğrisi, kusuru var mı diye kontrol ederdi. Bozuk yeri olanları düzeltirdi.
Sonra oklavayı ben alır babamın yaptığı gibi yaparak kontrol ederdim. Sonra
da “şurası bozuk, burası eğri” diyerek işe karışırdım. Babam yeniden bakardı.
Kusur fazlaysa düzeltirdi. Kusur az ise bana döner usulca:
“ O kadarcık kusur kadı kızında da bulunurmuş” derdi
Ahmet’in de kadı kızı kadar kusuru olabilir. Çok mu? Keşke
hepimiz “kadı kızı kadar kusurlu” olabilsek…
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder