Arıcılarımızdan Ramazan Varol'dan arıcılık hakkında bilgiler aldı.

Ahmetler yaylası yukarıdan bakılınca iki bölüm olarak görünür. Deniz seviyesinden 1700 m. yükseklikte Aldürbe, Akkuyu, İmalı, Kuyu, Çırlavık bölümü; 2500 m. yükseklikteki Akdağ bölümü. Akdağdaki yörük obaları birbirinden 1 saat yaya yürüyüşü uzaklıkta yer almaktadır.Bu oba yerlerinin adları şöyledir: Sayyatak, Diyrak, Güllübelen, Tomsubaşı, Kızıleğri Önü, Bozlayan, Musabaylıcası, Aylıca...
(Resim büyütülecek olursa oba yerleri arasındaki hayvan ile yük taşıma yolları beyaz çizgiler halinde görülecektir.)

Kar yükleri kar koyağından ya da obruktan eve taşınırken kar ile gömlek arasına aba, ceket, keçe, kilim gibi soğuğu geçirmeyen bir yalıtıcı konur ki ciğerleri üşütmesin.
Keçi, koyun sürüleri obruktan çıkarılan karlar ile sulanacaksa görüldüğü gibi çıkarılan karlar su teknelerine konur ve eritilir.
![]() |
Taşınan karlar plastik kaplar içinde eritilir. Keçiler kar yiyerek veya su içerek susuzluğunu giderir. |

Susayan keçilerin bazısı kar yer, bazısı su içer.

Bir gece sonra görülen manzara böyleydi. Onların boruları da böyle olabilirdi. Olmadı. Taraflardan biri olayların istenmeyen boyutlara varmasını önledi. Hukuk yolu denendi.
Keşif çıktı. Taraflar dinlendi. Yetkililer "Bu soruna çözüm bulunacak!" dediler. Aradan şu kadar sene geçti. Yetkililer hala sözlerinde duruyor.
2016 yılı Haziran ayı sonları. Yaylada
komşular arasında su anlaşmazlığı olmuş. Keşif çıktı. Biz de gittik.
Çırlavık’taki obalardan yukarıdaki Gökyalçı denilen yerdeki su kaynakları
bakıldı. İnsanlarımız Gökyalçı’nın aşağısındaki yamaçta kümeler oluşturup konuştular.
Yaylanın temiz havasını soludular, Çırlavık’ın çelik gibi soğuk suyunu içtiler;
canlarına can katıldı.
Yamacın ortasında sağ kıyıda
kayalara yakın yerde susuz bir çeşme var. Önünde de çakıllarla dolmuş beton bir
tekne. Kimimiz bu çeşme ile tekneyi gördü, kimimiz farkına bile varmadı. Ben
çeşme ile beton tekneyi görünce hüzünlendim. Çocukluk anılarım canlandı.
Canlanıp gözlerimin önüne geldi.
Çünkü bu çeşmenin beton
teknesini ben yapmıştım.
O zaman Gökyalçı’daki su
kaynakları toplanmış, bir arkla bu çeşmenin olduğu yere kadar getirilmişti. Ark
hayvanların gezerken yuvarladıkları çakıllarla dolmasın diye yassı taşlarla
kapatılmıştı. Suların getirildiği yere bir duvar yapılmış, duvarın arasına ağaç
bir oluk konmuştu. Ağaç oluktan sular altındaki ağaç tekneye akardı.
Çırlavık’ta obada yaşayan insanlar içme, kullanma sularını bu ağaç oluktan
doldururlardı. Bütün hayvanlar o ağaç tekneden sulanırdı. Ağaç tekneden taşıp
akan suların birikmesi için yerlere yalaklar kazılmıştı. Yalakların kenarları
hayvanlar su içerken çamur olmasın diye say taşlarla döşenmişti. Çeşmenin sağ
tarafındaki kayalıklar sürülerden birinin eşmesiydi. Öğleyin eşmede dinlenen
hayvanlardan susayanlar gelip bu tekneden sulanırdı. Çırlavık çeşmesinin
yakınında bulunan Sayyatak, Tomsubaşı, Eğrikar gibi yerlerdeki diğer obaların
hayvanları da buradan sulanırdı. Ağaç tekneler zamanla çürüyüp eskiyince yenisi
getirilip konurdu. Bu biraz zahmetli olmalıydı ki büyükler buraya da Aldürbe
Çeşmesi’nin önündeki gibi beton bir tekne yapmayı düşünmüşler.
Tekne yaptırma işini dayım
Sarı Mehmet (Mehmet Güngör) üstlenmiş. Çeşmenin olduğu yere Akseki’den çimento
torbaları develerle getirildi. O zaman motorlu taşıtların gelmesi için yol
yoktu. En çok işe yarayan taşıt aracımız da develerdi. Yine develerle kalıp
tahtaları, Kumlu Boğaz’da doldurulmuş olan kum çuvalları taşındı. Kazma,
kürek, mala, keser, bıçkı, çivi tamamlandı. Helva yapmak için un, şeker, yağ
tamamdı. Helvayı yapacak adam gerekti. Ama helva yapacak adam bulunamamıştı.
Usta yoktu. Koyunun olmadığı yerde keçiye “Abdurrahman Çelebi” demişler. Adam
yokluğunda gözler bana çevrildi. Ben o günlerde ilkokulu bitirmiş olmalıyım.
Oğlak çobanı olmuşum. Oğlak güderken boş kalınca kaşık, oklava gibi el işleri
yaptığımı; derelerde oyuncak değirmenler yapıp döndürdüğümü görmüşler. El
yeteneklerimin iyi olduğunu anlamışlar. Keser, bıçkı kullanmasını da bildiğime
göre “Bu çocuk bu tekneyi yapar. Başka usta aramayalım.” demişler. Dayım aynı
zamanda obanın en büyüğü. Herkes onu sayar, onun sözüne değer verir. Dayım bir
gün tuttu kolumdan, getirdi çeşmenin başına. Beni beton tekne yapımı için
“ustabaşı” tayin etti. Kol kırıldı, boyuna yük oldu. Bu iş ya yapılacak, ya
yapılacak. Keseri, bıçkıyı elime verdi. “Hadi başla!” dedi. Başladık.
Dayım tabana düz taşlar
döşedi. Üstüne çakıllı harç ile beton döktük. Yan duvarların kalıplarını çakmak
bana aitti. Kendi bildiğime göre yapmaya çalışıyordum. Ama ben ustabaşı olmama
rağmen dayım ikide bir bana emirler veriyordu. “Şunu şöyle yap, bunu böyle
çat…“ Dayımın işime karışması hoşuma gitmedi. Dayımın aksi bir adam olduğunu
söylerlerdi. “Kız halaya, oğlan dayıya çekermiş.” Ben de biraz dayıma çekmiş
olmalıyım ki aksilik yapmada ondan geri kalmadım. Karışmalarına bir sabır
ettim, iki sabır ettim; sonunda bardak taştı. Keseri bıçkıyı bırakıp kenara
çekildim.
“Dayı, usta sen isen al şu
keseri, bıçkıyı kalıbı kendin yap. Yok, usta ben isem işime karışma. Bak, bir
daha işime karışırsan varır giderim.”
Dayım işimi beğenmiş olmalı
ki, aksilik yapmadı. Yelkenleri indirdi. Mum gibi oldu.
“Tamam dayısı. Usta sensin.
Hiç karışmıyorum. Bildiğin gibi yap. Ben ustanın yanında işçiyim,” deyip beni
de yumuşattı. Ondan sonra tarif edip emir vermedi. Yardım etti, benim istediğim
plandan kalıbı çakıp, kalıbın içine düzgün taşlarla çimentolu harç ile duvar
ördük. Kalıp sökülünce duvarı sıvadık. Güzel bir tekne oldu. Bu çeşme bir süre
“Sarı Mehmet Çeşmesi” olarak anıldı. Daha sonra değişiklik oldu mu bilmem ama
beton tekne hala sapa sağlam içi çakıllarla dolmuş haliyle duruyor. O şekilde
görünce duygulandım. Eski bir tanıdığımı, bir dostumu görmüş gibi oldum.
Yardımlarını gördüğüm bir yakınımmış gibi geldi bana. Çeşme zamanında
başkalarına güzel hizmetler vermiş ki biz burada şimdi iyiliklerini anıyoruz.
Sonra da zamanı dolunca kullanılmaz olmuş, bu duruma düşmüş.
Adama sormuşlar:
“Mamur mu çok, viran mı?”
“Viran,” demiş adam.
“Niye ki bak her taraf mamur,
yeni yapılarla dolu.”
“Mamurun sonu da viran değil
mi?”
Bir gün gelecek her birimiz bu
susuz çeşme gibi, beton tekne gibi işe yaramaz duruma geleceğiz. Bunları
düşününce aklıma bir soru geldi, kendi kendime sordum:
“Bu kuru çeşme, çeşme iken
bile zamanında insanlara da, diğer canlılara da hizmetler vermiş, iyilikler
yapmış. Şimdi onu hizmetleri ile iyilikleri ile anıyoruz. Acaba bir süre sonra
ben de bu çeşme gibi işe yaramaz hale gelince iyiliklerimden söz edilecek bir
şeyler bırakacak mıyım geride?”
Bırakabilecek isek ne mutlu
bize!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder