2020 yılı Temmuz ayında Çiftçi tv. yayın ekibi ve yönetmen/sosyolog Hakan Yavuz yayladaki köylülerimizi ziyaret etmiş ve onların yaşamlarından kesitleri kayıt altına almıştır. Özellikle besicilerimizin çektiği su sıkıntısını vurgulamıştır. 6 Temmuz 2020 tarihinde bu çekimin videosu yayınlanmıştır. O günlerde Antalya Büyükşehir Belediyesinden gelen bir yol düzeltme ekibi de yayla yolunu Gökçukur bölgesine kadar açmıştır. İki ekibe de Gençler ve Ahmetler muhtarları yol göstermiş, yardımcı olmuşlardır. Hem Çiftçi tv. ekibine hem de Büyükşehir Belediyesi ekibine bu ilgi ve yardımlarından dolayı teşekkür ederiz. Bu haberleri konu alan video bağlantısını ekliyorum.
Akseki, Gündoğmuş, Bozkır üçgeni arasında Toros Dağlarının tepesinde Göktepe ve Akdağ yaylaları bulunur. Akdağ yaylasına Manavgat köylerinden Ahmetler, Gebece, Erengeriş, Tepeköy köylerinden hayvancılık yapan yörükler yaz aylarında hayvanlarıyla beraber çıkarlar. En kalabalık hayvan Ahmetler köylülerinde bulunur. Biz bu yazımızda Ahmetler köylülerinin yaşadığı su sıkıntısından söz etmek istiyoruz.Aldürbe Alanında ve bir koyun sürüsü. Ahmetlerden yaylaya çıkan ve kalabalık sürüleri olan hayvancıların bir kısmı Akdağdaki obalarına göçerken bir bölümü de yaz boyunca bu alanda kalmaktadır. Yukarı yaylaya gidemeyen köylüler alanın kenarlarında kayalar arasındaki kuytu yerlere obalarını kurmakta ve hayvanlarını burada bakmaktadırlar.
Hava serin olunca ve geceleri sürüler alanlarda yayılır.
Öğle sıcağında sürüler eşmelerindeki kaya gölgelerine çekilip dinlenir.
Öğleden sonra sağılır keçiler ağıllanır ve ağılda sütleri sağılır. Süt sağımı bitince oğlakları ile emiştirilir.
Helkelere ya da kovalara sağılan sütler daha ılık iken kazanlara dökülüp peynir çalınır.
Aldürbe oluğu. Onlarca koyun ve keçi sürüsü bu teknelerden sulanmakta, insanların içme ve kullanma suları bu oluktan sağlanmaktadır.
Ahmetler yaylası yukarıdan bakılınca iki bölüm olarak görünür. Deniz seviyesinden 1700 m. yükseklikte Aldürbe, Akkuyu, İmalı, Kuyu, Çırlavık bölümü; 2500 m. yükseklikteki Akdağ bölümü. Akdağdaki yörük obaları birbirinden 1 saat yaya yürüyüşü uzaklıkta yer almaktadır.Bu oba yerlerinin adları şöyledir: Sayyatak, Diyrak, Güllübelen, Tomsubaşı, Kızıleğri Önü, Bozlayan, Musabaylıcası, Aylıca...
(Resim büyütülecek olursa oba yerleri arasındaki hayvan ile yük taşıma yolları beyaz çizgiler halinde görülecektir.)
Yukarı yayladan (Akdağ) aşağı yaylanın (Aldürbe) görünüşü
Bu oba yerlerinde ve yakınlarında akarsu ya da göl yoktur. İnsanlar ve hayvanlar kar koyaklarındaki kar yığınlarından faydalanırlar.
Oba yakınındaki bu kar yığının aşağısında biriken sulardan hayvanlar sulanır, yukarıdaki temiz yerlerden de insanlar kar yükü kesip evine getirir.
Kar yığınlarından kar yükleri nacaklarla kesilir.
Kar yükleri kar koyağından ya da obruktan eve taşınırken kar ile gömlek arasına aba, ceket, keçe, kilim gibi soğuğu geçirmeyen bir yalıtıcı konur ki ciğerleri üşütmesin.
Koyaklardaki karlar tükenince sulanmak için derin obruklardan kar çıkarılır. Keçi, koyun sürüleri obruktan çıkarılan karlar ile sulanacaksa görüldüğü gibi çıkarılan karlar su teknelerine konur ve eritilir. |
Taşınan karlar plastik kaplar içinde eritilir. Keçiler kar yiyerek veya su içerek susuzluğunu giderir.
|

Susayan keçilerin bazısı kar yer, bazısı su içer.
Su ihtiyacı kardan sağlanınca her yörük çadırının önüne bir çeşme (!) kurulur. Obruklarda kar tükeninceye kadar Akdağda su sıkıntısı yok demektir. Obruklarda kar tükenince susuz kalmamak için aşağıya, Aldürbe, Kuyu, İmalı, Akkuyu gibi yerlere göçer obalar. İşte o zaman Ahmetler yaylasında su sıkıntısı başlar...................................................
Ahmetler Kuyusundaki kuyu
Çırlavık Çeşmesi
Kar sularından ya da yağmur sularından hayvanların sulanması için yapılmış gölet.
Yol çakıllamak için çakıl alınan çukurun yağmur suları ile gölet haline gelmesi
Arıların sulanması için tekneler devamlı arıcılar tarafından doldurulur.
Kimi besiciler hayvanlarını sulamak için su tankeri bulundurur....
Aşağı yayla yani Aldürbe, Akkuyu, İmalı, Ahmetler Kuyusu ve Çırlavık'ta yaz aylarında karlar çabuk erir ve tükenir. Karlar tükenince su sıkıntısı başlar. Bu bölgede dört köyün insanları yan yana yaşamakta, hayvanları yan yana otlamaktadır. (Dört köy: Ahmetler, Erengeriş, Tepeköy, Kepez) Arada belirlenmiş bir sınır yoktur. Ancak su kaynağından uzakta olan obalarda su sıkıntısı yaşanmaktadır. Bölgede dört su kaynağı vardır: Aldürbe oluğu, Çırlavık oluğu, Ahmetler kuyusu, Akkuyu. Ortadaş yanındaki yol çakıllamak için çakıl alınmış bir çukur vardır. Yağmur yağınca bu çukurda yağmur suları birikir. Bir süre hayvanlar buradan sulanır ama bir süre sonra kurur. Bu göleti su kaynağından saymıyorum. Çünkü yağmur yağmazsa bu gölet yoktur. Akkuyunun suları karlar eridikten kısa süre sonra tükenmekte ve dipte çamur kaldığı için işe yaramamaktadır. Çırlavık suyunun bir kısmı Ahmetler Kuyusuna getirilmiş, orada bir depoda toplanıp kullanıma sunulmuştur. Çünkü burada Erengeriş, Tepeköy gibi iki köyden çok sayıda insan yaylaya çıkmakta yaz aylarını orada geçirmektedir. Ahmetler Kuyusunda hayvan sayısı az olsa da insan varlığı daha yoğundur. Ahmetler obalarında ise insan sayısı az olsa da hayvan sayısı daha çoktur ve su sıkıntısından hayvanlar da çok etkilenmektedir. Bu duruma çare bulmak için Ahmetler köylüleri Çırlavık'taki suyun bir kısmı hayvan besleyen obaların yoğun olduğu İmalı Önüne getirmek istediler. Borular, döşendi, çeşme yapıldı ama... Ama işe şeytan karıştı. Döşenmiş borular bir gece gizlice işe yaramaz hale getirildi. "Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar" atasözünün anlamını içine sindiremeyenler "çoluk çocuk işidir, deli delpek işidir" diye geçiştirmek istediler. Neyse ki karşı taraf deli delpek gibi davranmadı, olayların istenmeyen boyutlara varması önlendi. Ancak şu bilinen bir gerçek. Daha dün kadar yakın zamanda Çırlavık'taki suyun tamamını Ahmetler köylüleri kullanıyordu. Rahmetli Arıcı Yusuf Ahmetler kuyusundaki arıların su sıkıntısını görmüş ve "hayırım olsun" diye masrafını karşılayıp Çırlavık suyunun bir kısmını Kuyu'ya akıtmıştı. Ancak sonradan burada nüfus yoğunluğu o kadar arttı ki Çırlavık suyunun tamamını getirseler bile yetmeyecek duruma geldi.
Dışarıdan bakan bir göz ile bakınca denebilir ki: "Üç köyün insanları da hayvanları da su sıkıntısı çekiyor. Beraber çözüm aranmalı."
....
Çırlavık suyunun bir kısmı Ahmetler Kuyusu'na akıtılmıştı. Bir kısmı da İmalı Önü'ndeki yapılan çeşmeye akıtılmak için borular döşendi.Bir gece sonra görülen manzara böyleydi. Onların boruları da böyle olabilirdi. Olmadı. Taraflardan biri olayların istenmeyen boyutlara varmasını önledi. Hukuk yolu denendi.Keşif çıktı. Taraflar dinlendi. Yetkililer "Bu soruna çözüm bulunacak!" dediler. Aradan şu kadar sene geçti. Yetkililer hala sözlerinde duruyor. Resimde görülen beton duvar hayvanların sulanması için yapılmış bir tekne kalıntısıdır. Çocukluğumda Mehmet dayımla ben yapmıştım. Resimde görülen insanların toplandığı günlerin ardından anılarımı şöyle yazıp paylaşmıştım.
SUSUZ ÇEŞME
2016 yılı Haziran ayı sonları. Yaylada
komşular arasında su anlaşmazlığı olmuş. Keşif çıktı. Biz de gittik.
Çırlavık’taki obalardan yukarıdaki Gökyalçı denilen yerdeki su kaynakları
bakıldı. İnsanlarımız Gökyalçı’nın aşağısındaki yamaçta kümeler oluşturup konuştular.
Yaylanın temiz havasını soludular, Çırlavık’ın çelik gibi soğuk suyunu içtiler;
canlarına can katıldı.
Yamacın ortasında sağ kıyıda
kayalara yakın yerde susuz bir çeşme var. Önünde de çakıllarla dolmuş beton bir
tekne. Kimimiz bu çeşme ile tekneyi gördü, kimimiz farkına bile varmadı. Ben
çeşme ile beton tekneyi görünce hüzünlendim. Çocukluk anılarım canlandı.
Canlanıp gözlerimin önüne geldi.
Çünkü bu çeşmenin beton
teknesini ben yapmıştım.
O zaman Gökyalçı’daki su
kaynakları toplanmış, bir arkla bu çeşmenin olduğu yere kadar getirilmişti. Ark
hayvanların gezerken yuvarladıkları çakıllarla dolmasın diye yassı taşlarla
kapatılmıştı. Suların getirildiği yere bir duvar yapılmış, duvarın arasına ağaç
bir oluk konmuştu. Ağaç oluktan sular altındaki ağaç tekneye akardı.
Çırlavık’ta obada yaşayan insanlar içme, kullanma sularını bu ağaç oluktan
doldururlardı. Bütün hayvanlar o ağaç tekneden sulanırdı. Ağaç tekneden taşıp
akan suların birikmesi için yerlere yalaklar kazılmıştı. Yalakların kenarları
hayvanlar su içerken çamur olmasın diye say taşlarla döşenmişti. Çeşmenin sağ
tarafındaki kayalıklar sürülerden birinin eşmesiydi. Öğleyin eşmede dinlenen
hayvanlardan susayanlar gelip bu tekneden sulanırdı. Çırlavık çeşmesinin
yakınında bulunan Sayyatak, Tomsubaşı, Eğrikar gibi yerlerdeki diğer obaların
hayvanları da buradan sulanırdı. Ağaç tekneler zamanla çürüyüp eskiyince yenisi
getirilip konurdu. Bu biraz zahmetli olmalıydı ki büyükler buraya da Aldürbe
Çeşmesi’nin önündeki gibi beton bir tekne yapmayı düşünmüşler.
Tekne yaptırma işini dayım
Sarı Mehmet (Mehmet Güngör) üstlenmiş. Çeşmenin olduğu yere Akseki’den çimento
torbaları develerle getirildi. O zaman motorlu taşıtların gelmesi için yol
yoktu. En çok işe yarayan taşıt aracımız da develerdi. Yine develerle kalıp
tahtaları, Kumlu Boğaz’da doldurulmuş olan kum çuvalları taşındı. Kazma,
kürek, mala, keser, bıçkı, çivi tamamlandı. Helva yapmak için un, şeker, yağ
tamamdı. Helvayı yapacak adam gerekti. Ama helva yapacak adam bulunamamıştı.
Usta yoktu. Koyunun olmadığı yerde keçiye “Abdurrahman Çelebi” demişler. Adam
yokluğunda gözler bana çevrildi. Ben o günlerde ilkokulu bitirmiş olmalıyım.
Oğlak çobanı olmuşum. Oğlak güderken boş kalınca kaşık, oklava gibi el işleri
yaptığımı; derelerde oyuncak değirmenler yapıp döndürdüğümü görmüşler. El
yeteneklerimin iyi olduğunu anlamışlar. Keser, bıçkı kullanmasını da bildiğime
göre “Bu çocuk bu tekneyi yapar. Başka usta aramayalım.” demişler. Dayım aynı
zamanda obanın en büyüğü. Herkes onu sayar, onun sözüne değer verir. Dayım bir
gün tuttu kolumdan, getirdi çeşmenin başına. Beni beton tekne yapımı için
“ustabaşı” tayin etti. Kol kırıldı, boyuna yük oldu. Bu iş ya yapılacak, ya
yapılacak. Keseri, bıçkıyı elime verdi. “Hadi başla!” dedi. Başladık.
Dayım tabana düz taşlar
döşedi. Üstüne çakıllı harç ile beton döktük. Yan duvarların kalıplarını çakmak
bana aitti. Kendi bildiğime göre yapmaya çalışıyordum. Ama ben ustabaşı olmama
rağmen dayım ikide bir bana emirler veriyordu. “Şunu şöyle yap, bunu böyle
çat…“ Dayımın işime karışması hoşuma gitmedi. Dayımın aksi bir adam olduğunu
söylerlerdi. “Kız halaya, oğlan dayıya çekermiş.” Ben de biraz dayıma çekmiş
olmalıyım ki aksilik yapmada ondan geri kalmadım. Karışmalarına bir sabır
ettim, iki sabır ettim; sonunda bardak taştı. Keseri bıçkıyı bırakıp kenara
çekildim.
“Dayı, usta sen isen al şu
keseri, bıçkıyı kalıbı kendin yap. Yok, usta ben isem işime karışma. Bak, bir
daha işime karışırsan varır giderim.”
Dayım işimi beğenmiş olmalı
ki, aksilik yapmadı. Yelkenleri indirdi. Mum gibi oldu.
“Tamam dayısı. Usta sensin.
Hiç karışmıyorum. Bildiğin gibi yap. Ben ustanın yanında işçiyim,” deyip beni
de yumuşattı. Ondan sonra tarif edip emir vermedi. Yardım etti, benim istediğim
plandan kalıbı çakıp, kalıbın içine düzgün taşlarla çimentolu harç ile duvar
ördük. Kalıp sökülünce duvarı sıvadık. Güzel bir tekne oldu. Bu çeşme bir süre
“Sarı Mehmet Çeşmesi” olarak anıldı. Daha sonra değişiklik oldu mu bilmem ama
beton tekne hala sapa sağlam içi çakıllarla dolmuş haliyle duruyor. O şekilde
görünce duygulandım. Eski bir tanıdığımı, bir dostumu görmüş gibi oldum.
Yardımlarını gördüğüm bir yakınımmış gibi geldi bana. Çeşme zamanında
başkalarına güzel hizmetler vermiş ki biz burada şimdi iyiliklerini anıyoruz.
Sonra da zamanı dolunca kullanılmaz olmuş, bu duruma düşmüş.
Adama sormuşlar:
“Mamur mu çok, viran mı?”
“Viran,” demiş adam.
“Niye ki bak her taraf mamur,
yeni yapılarla dolu.”
“Mamurun sonu da viran değil
mi?”
Bir gün gelecek her birimiz bu
susuz çeşme gibi, beton tekne gibi işe yaramaz duruma geleceğiz. Bunları
düşününce aklıma bir soru geldi, kendi kendime sordum:
“Bu kuru çeşme, çeşme iken
bile zamanında insanlara da, diğer canlılara da hizmetler vermiş, iyilikler
yapmış. Şimdi onu hizmetleri ile iyilikleri ile anıyoruz. Acaba bir süre sonra
ben de bu çeşme gibi işe yaramaz hale gelince iyiliklerimden söz edilecek bir
şeyler bırakacak mıyım geride?”
Bırakabilecek isek ne mutlu
bize!